Kadın girişimciler, önemli bir yere sahiptir. Çünkü kadınların bakış açısı ve fikirleri toplumsal manada daha çözüm odaklı ve yaratıcı projelere öncülük edebilir. Çalışma hayatındaki kadın çalışan sayısını arttırmak ve kadın girişimcilerin desteklenmesini teşvik etmek gerekir.
Küresel değer zincirleri (GVC’ler) üzerine gelişen literatür, endüstriyel kümelenmelerin uluslararası ekonomiyle olan bağları tarafından nasıl şekillendirildiğine dair anlayışımızı yeniden şekillendirdi, ancak bu bağlamda kurumsal sosyal sorumluluğun (KSS) oynadığı rol gelişmeye devam ediyor. Son on yılda yapılan yeni araştırmalar, KSS’nin endüstriyel kümeler ve GVC’lerle nasıl bağlantılı olduğunu daha iyi anlamamızı sağlıyor. Birçok endüstrideki coğrafi üretim ve ticaret kalıplarının küresel Güney’de yoğunlaşmasıyla birlikte, KDZ’lerdeki lider firmalar, ekonomik ve sosyal iyileştirmeyi daha entegre KSS biçimleriyle ilişkilendirme konusunda artan bir baskı altındadır. Bu, “özel yönetişim” (şirket davranış kuralları ve izleme kuralları), “sosyal yönetişim” (iş örgütleri ve sivil toplum örgütlerinden iş dünyası üzerindeki sivil toplum baskısı), ve “kamu yönetimi” (emek grupları ve çevre aktivistlerinin kazanımlarını desteklemek için hükümet politikaları). Bu yeni “sinerjik yönetişim” biçimi, GVC’ler ve endüstriyel kümelenmeler üzerine yapılan son çalışmaların yanı sıra GVC’ler ve kümelerdeki yeni yönetişim kalıpları hakkında teorileştirmedeki ilerlemelerden elde edilen kanıtlarla gösterilmektedir.
Teknolojik gelişmeler ve şehir nüfusunun daha da artması, otomotiv endüstrisinin geleceğini etkileyecek. 2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyarı aşması, mega kentlerin sayısının üç katına çıkması ve bunun daha fazla trafik kirliliği ve gürültüye neden olması bekleniyor. Bu, otomotiv endüstrisini bir filtreye iten bir haber. Teknolojinin hızlı gelişiminin bir yansıması olarak otonom arabaların insanların hayatında daha fazla yer bulacağı öngörülüyor.
Yerel ekonomik kalkınmayı olumlu yönden etkileyen sektörlerden biri de turizm sektörüdür. Ülkelerin herhangi bir kentinde turizm olanaklarının gelişmesi, o kentin diğer kentlerle arasındaki dengesizliklerin de azalması anlamına gelmektedir. Turizmin gelişmesiyle birlikte geri kalmış kentin ekonomisine yeni kaynaklar aktarılacak, yeni iş alanları ve istihdam sahaları oluşacak ve bölge ekonomisinin her sektörde sağlayacağı katma değer buna paralel olarak artacaktır. Bununla birlikte turizmin yerel ekonomik kalkınma sürecinin etkilerinin belirlenmesinde ekonomik faydaların yanı sıra yaşam kalitesinin artması, sosyo-kültürel varlıkların korunmasına, yerel kültürlerin önemine, karşılıklı kültürel değişime ve alt ve üst yapı olanaklarının gelişmesine katkılar sağlamaktadır. Tüm bu olumlu etkilerinin yanında birtakım olumsuz özellikleri de bulunmaktadır.
Küreselleşen dünyada kalabalıklaşma ve buna bağlı olarak motorlu taşıtların artması, petrol rezervlerinin azalması, çevre tahribatı ve iklim değişikliği gibi birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Bu noktada yaşanan teknolojik yenilikler ulaşım sektöründe içten yanmalı motorlara alternatif olarak elektrikli otomobillerin kullanımını gündeme getirmiştir. menzil uzunluğu ve düşük maliyeti ile birlikte, daha çevreci araçlar olması saf elektrikli otomobil olarak da tabir edilen akülü elektrikli otomobillerin (BEV) üretim ve satışında dinamik bir büyüme beklenmektedir.
Türkiye’de sanayinin gelişmesine büyüt katkı sağlayan OSB’ler, firmalara doğalgaz, elektrik, su aboneliğinden dağıtımına, imar ve işyeri ruhsatından çevre düzenlemesine kadar birçok altyapı hizmeti sunuyor. Böylece hem finansman yükünün hafiflemesine hem de rekabet gücünün artmasına katkı sağlıyorlar. Bu da OSB’lerde dönüşümü zorunlu kılıyor. Endüstri 4.0 hedefleri doğrultusunda, ülkemizin üretim üsleri olan OSB’lerde yapısal dönüşümün bir an önce gerçekleşmesi gerekiyor. Bu yapısal dönüşümün yolu ise dünya ölçeğinde dijitalleşmeden geçiyor. OSB’lerde yeni nesil hizmetlerin teknolojik gelişmede daha belirgin rol oynaması şart…
Turizmin barışı etkilediği gibi, barış ortamının sağlandığı bir destinasyonda turizm hareketlerinin de artması beklenen bir durumdur. Bir turizm destinasyonunda yaşanan çatışmanın sonlandırılması ve gerilimin azaltılması, insanlarda güvenli bir ortam algısının oluşmasını sağlayabilecektir. Bir turizm destinasyonunda yaşanan çatışmanın sonlandırılması ve gerilimin azaltılması insanlarda güvenli bir ortam algısının oluşmasını sağlayabilecektir. Oluşan bu güvenlik algısı o turizm destinasyonunun turistler tarafından seçilmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu bakımdan turizm, ulusal ve uluslararası bütünleşmeye katkıda bulunmak ve farklı ülke insanlarını bir araya getirerek birbirlerine karşı anlayışın oluşmasını sağlayan doğal bir kapasiteye sahiptir.
Sürdürülebilir turizm, insanın etkileşim içinde bulunduğu ya da bulunmadığı çevrenin bozulmadan veya değiştirilmeden korunarak, kültürel bütünlüğün, ekolojik süreçlerin, biyolojik çeşitliliğin ve yaşamı sürdüren sistemlerin idame ettirildiği ve aynı zamanda tüm kaynakların ziyaret edilen bölgedeki insanların ve turistlerin ekonomik, sosyal ve estetik gereksinimlerini karşılayacak şekilde ve gelecek kuşakların da aynı gereksinmelerini karşılayabilecekleri biçimde yönetildiği bir yaklaşım olarak tanımlanıyor. Sürdürülebilir turizm ile turizmin toplum ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri en aza indirilerek yerel ekonomiye, doğal ve kültürel mirasın korunmasına, bölge halkı ile ziyaretçilerin yaşam kalitelerinin artmasına katkı sağlanması hedefleniyor. Sürdürülebilir turizm kavramı esas itibariyle bir turizm türünü değil, farklı turizm türlerinin geliştirilmesine yönelik faaliyetler yürütülürken benimsenmesi gereken ilkeleri tanımlıyor. Bu kapsamda farklı turizm türlerinin ekonomik, kültürel, sosyal ve çevresel sürdürülebilir.
Küreselleşme sürecinin yol açtığı yeni gelişmeler, dünya ülkelerini yeni rotalar çizmeye zorlarken, iktisadi kalkınmalarını ve toplumsal modernleşmelerini tamamlayamamış çevre ülkeler bu sürecin neden olduğu olumsuzluklara ek olarak, nicelik ve nitelik değiştiren müzmin sorunlarına da çare aramaya devam etmektedirler. Bu süreçte dünyanın küresel kentleri, ya da bir başka deyişle, “dünya kentleri”, yoğunluğu iyice artan dış göçlerle boğuşurken; iç göçler, dünya kapitalist sisteminden kopamayan çevre toplumsal oluşumların karşılaştığı en önemli toplumsal sorunlardan birisini oluşturmaya devam etmektedir.
Ekonomik büyüme bütün ülkeler açısından oldukça önemlidir. Ülke ekonomilerinin temel hedefleri arasında yer alan ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi ve bunun yanında büyümenin sürdürülebilir kılınması gerekli olduğu kadar bir hayli de zordur. Büyümeyi etkileyebilecek birçok ekonomik faktör vardır ve bu faktörlerden birisinin de bankacılık sektörü olduğu söylenebilir. Bankalar para politikaları ve parasal kontrol için bir kanal olmakla birlikte, ekonominin yeniden yapılanmasında ve uzun dönemli sürdürülebilir makroekonomik istikrarın sağlanmasında etkili kurumlardır. Bu nedenle çalışma, Türkiye ekonomisi özelinde bankacılık sektörü ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkileri ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada bankacılık sektörü ve büyüme ilişkisinin Granger nedensellik ve Eş bütünleşme modeli ile incelenmesi suretiyle, literatüre katkı sağlanması amaçlanmıştır.
Sürdürülebilirlik alanında uzmanlaşmayı ve bunu rekabet avantajına dönüştürmeyi başaran şirketler; geleceğin marka liderleri ve pazarında rekabet yaratan oyuncular olarak karşımıza çıkacaklardır.
Sürdürülebilirlik; “günümüzün gerçeklerini dikkate alarak gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir model sunmak” olarak karşımızda duruyor. İşletmeler açısından bakıldığında şirket çıkarlarının toplumsal çıkarlar ile çatışmadığı, sadece ekonomik açıdan büyümenin değil sosyal ve çevre konularının da şirket konularına dahil edildiği bir yönetim anlayışıdır.
Derinleşen küresel değer zincirleri (KDZ’ler) ile ülkeler hem üretim ve ticaret modellerinde hem de bu aktivitelerle ilişkili çevresel maliyetlerde önemli değişiklikler yaşamaktadır. Tek başına ekonomik büyümeyi hedeflemek artık yeterli bir amaç gibi görünmemektedir. Büyüme tecrübe edilirken; kalkınmayı sağlamak, kalitesini arttırmak ve büyümeyi sürdürülebilir kılmak da küresel ölçekte nihai hedefler arasında olmalıdır.
Tahmin sonuçları, yüksek gelirli ülkelerin ileriye dönük KDZ katılımının sera gazı emisyon yoğunluğunu arttırma olasılığının daha yüksek olduğunu gösterirken; üst-orta, alt-orta ve düşük gelirli ülkelerin küresel değer paylaşım faaliyetlerine katılımının, uluslararası pazarlardaki daha yüksek çevresel düzenlemeler nedeniyle hava kalitesini iyileştirme olasılığının daha yüksek olduğunu göstermektedir. Esas olarak alt-orta ve düşük gelir düzeyine sahip ülkeler tarafından yönlendirilen sonuçlar, ileriye dönük KDZ katılımındaki bir artışın yenilenebilir enerji tüketimini azaltma olasılığının yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Ülke düzeyinde kontrol değişkenlerine ilişkin sonuçlar, ülke ve sektör grupları içinde önemli ölçüde değişmese de sektörel değişkenlerin etkileri önemli ölçüde değişmektedir. Bu nedenle, sektörel belirleyiciler, çevre sorunları ile verimli bir şekilde başa çıkmak ve daha yeşil bir ekonomik büyüme elde etmek için politika yapıcılar tarafından dikkatlice değerlendirilmelidir.
Sürdürülebilir kalkınma; ekolojik denge ile ekonomik büyümeyi birlikte ele alan, hem doğal kaynakların etkin kullanımını sağlayan ve çevresel kaliteye önem veren hem de gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın bugünkü kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilen bir modeldir.
Loading....